|

Fotoğraf Çekerken Gaddar Olmanın Dayanılmaz Hafifl

Anders Petersen’e saygıyla

 

İrkilten ve fotoğrafla bağdaşmayan bir başlık gibi mi görünüyor?

Değil aslında.

Fotoğraf çekerken gaddar olabilmek ince iştir, ruh ister, fazlasıyla cesaret ister, karşınızdakini çekeceğiniz fotoğrafın duygusuna taşımak ve inandırmak ister.

Fotoğrafta inandırıcılık önemlidir.

İnandırdıkça gaddarlaşır, gaddarlaştıkça daha da inandırıcı olursunuz.

Bu daha çok kendiyle karşılaşma halidir.

Bir bakma ve yüzleşme durumudur.

Gaddarlaşmak, yak(ın)laşmaktır.

Çekenin, çekilene, duygularını (olabildiğince) eksiksiz aktarıp, onu“karar anının” vazgeçil(e)mez bir parçası yapmaktır.

Bir fotoğrafta duyguların izi ne kadar derinse, o kadar gaddar, o kadar yakınsınız demektir.

Kime? Başta kendinize, kendi iç sesinize.

                                                                        sahiciliği kadar gerçek,

                                                                        ifade edebildiğim, film/CCD düzlemine aktarabildiğim

               kadar çoğal(t)an...

İnandırdıkça yakın,

                                                                        Yakınlaştıkça görülebilen.

Kendimdeki girilmedik yollar,

bilinmedik (yeni) sorular,

maskelerim kendime acımasızlaştıkça bir bir düşüyor.

Daha çok keşfettikçe, kendime doğru bir yolculuk başlıyor, daha içerden bakabiliyorum.

                                                                        bir iç seyre dalıyorum.

Robert Kapa; “eğer fotoğrafınız yeterince iyi değilse, o zaman yeterince yakın değilsiniz” derken bir fotoğraf için gerekli gaddarlık dozundan söz etmiyor muydu?

Yanlış anlaşılmasın: “İyi fotoğraf  yakın mesafeden çekilmiş olandır” demiyorum. Ben, burada fotoğraf makinesi aracılığıyla kurulan (ya da hiç kurulamayan) duyguların yakınlığından, bakmadan da birbirini görebilen gözlerden sözediyorum. Birbirinin içinden geçebilen duygular ve bakmalar bir anda “kararlaştırılmış anın” kendisi olabilirler.

 

Ama bazen izleyici de, izlenen de aşılmaz mesafelerde, önüne geçilmez uzaklıklarda kalabilir. Öyle olduğunda bu, fotoğraf olmayacaktır. Uzaktır ve uzaktadır, güvenlik çemberi aşılamamıştır. Geriye kalan bir tek “hoş bir fotoğraf” olabilir. Yapılacak açıklamalar fotoğrafı kurtar(a)mayacak, sözler görüntüyü daha da kifayetsizleştirecektir. Sözler bizleri fotoğraftan kopartmakta, görüntüye ait olmayan dünyalara sokmaya çalışmaktadır ki, bu boşuna bir uğraştır ve aslında fotoğrafsızlıktır.

Fotoğraf, bakan ile bakılanın, gören ile görülenin suç ortaklığındadır.

Böylesi bir ortaklık;

 

Olabildiğince çıplak,

olabildiğince çocuk,

olabildiğince sabırlı,

olabildiğince meraklı,

olabildiğince açık,

olabildiğince yakın,

olabildiğince duygusal,

olabildiğince insan,

                                    ve

olabildiğince sen/ben olmayı

                                                gerektirir.

Böyle bir ortaklık;

korkudadır,

zayıflıktadır,

netsizliktedir,

karşıtlıktadır

                        ve

karışıklıktadır.

 

Yani  kendinde ol(may)andan dolayıdır.

Kendine ne kadar yakınsan, “karar anına” o kadar yakınsındır.

Kendini ne kadar saklarsan, başkalarını o kadar göremezsin.

İşte fotoğrafı yapan bence böyle bir gaddarlıktır.

Ya sizce?

 

Laleper Aytek

2001