|

Fotoğraf ve Şans

“Bugün şanslıydım, çok güzel kareler çektim.”

ya da

“Bugün hiç şansım yoktu (zaten keyfim de yoktu) ve hiçbir şey yakalayamadım.”

Özellikle fotoğrafa yeni başlanıldığında, ilk karelerin ardından  yukarıdaki cümlelere benzer şans cümlelerine sık rastlarız. Çekilemeyen iyi kareler dış faktörlere bağlanırken, çekilen birkaç iyi karenin ardından fotoğrafçı olunmaya başlandığı düşünülmektedir bile!

Peki, nasıl (iyi) fotoğrafçı olunur ya da iyi fotoğraf nasıl olur?

Bu süreçte şansın payı nedir ya da bir payı var mıdır?

Bu iki sorunun da asla tek ve net bir cevabı yoktur, olamaz da. Olamadığını ve olamayacağını  yıllarla birlikte anlarsınız. Bu süre(ç) ve yolculuk tabii ki kişiden kişiye değişir. Yarı yolda kalma, duraksama, vazgeçme yahut bağlılık ile hiç bırakmadan devam etme  süreçlerinin hepsini içerebilir. Tıpkı hayat gibidir ve kendinizi görüntü(ler) üzerinden tanımaya, anlamaya başladığınız farklı bir yüzleşme süreci, bir iç yolculuktur. Böyle olduğunun ilk zamanlarda farkına varmadığınız. Şansınıza çok güvendiğiniz, kendinizi çok şansız hissettiğiniz  ve birkaç “güzel” fotoğrafın ardından “tek fotoğrafla bahar olmaz”ı fark ederek, fotoğrafçının şansını kendinin yaratacağını anladığınız ve bunun için “çok çalışmalıyım” dediğiniz uzun ve hatta yaşam boyu sürecek bir yolculuğa çıktığınızı fark ettiğinizde fotoğrafçı olma yoluna girmişinizdir artık.  Ama bu yıllar içinde bir de şu fark edilir: bu yola girmiş olmanız fotoğrafçı olacağınızı (ne yazık ki!) garanti etmez.

[Fotoğraf tek kişiliktir ve kalabalıkları sevmez.]

Kendinizi ve kendi fotoğrafınızı hissetmek ve fark etmek üzere iç sesinizi duymanız ve şansınızı yaratabilmeniz için tek kişiliktir. Fotoğraf çekmeye çıktığınız kişiler yakın ve/ya gözüne çok güvendiğiniz kişiler bile olsa, birlikte (fotoğraf kulüplerince düzenlenen toplu fotoğraf gezileri –foto-safariler- bu durumun en tehlikeli örneklerindendir) çıkılan çekimlerde o “ana” yak(ı)nlaşma şansı neredeyse yok denecek kadar azdır.

[Fotoğraf en çok çekim sürecinde paylaşılmaz, paylaşılırsa fotoğraf olmaz.][1]

Çekim, seçim, kadraj, çekim sonrası görüntünün işlenmesi vb. öznel seçimlerin tamamlanmasının ardından izleyici karşısına çıkmaya hazır hale gelir. Öncesinde çıkılan toplu  çekimlerde kalabalıklara, farklı yorumlara, “oraya gitmeyelim, burası daha ilginç” diyerek, ortama hakim dış sesler çoğaldığında, fotoğrafçı kendi iç sesinden uzaklaşır ve deklanşöre başkalarının sesinden basmaya başlar ve ilk başlarda bunu hiç fark etmez, hatta tam tersine eğlenceli bir çekim zamanı yaşadığını bile düşünülür. Dış seslerin hakimiyetinde gerçekleştirilen bu çekimlerle, kendi sesinizi, kendi görüntünüzü yakalama şansınızı azaltır ya da ertelersiniz.

Fotoğrafa ilk başladığınızda temel kompozisyon kurallarını önce öğrenirsiniz, ilk başlarda uygularsınız da ama daha sonra “kendi kurallarınızı” oluşturmak adına yıkarsınız ve yıkmalısınız. Çünkü bir fotoğrafçı kendine ait fotoğrafını ancak ve bir tek kendi kurallarıyla oluşturabilir ve ancak bu özgün bakışı ile fark yaratma şansı olabilir. Böylesi bir özgünlük  zamanla, hiç vazgeçmeden çekimler yaparak ve fotoğraf tarihinin ve bugünün fotoğrafçılarının işlerini ve yaklaşımlarını izleyerek dönüşür, gelişir, değişir ve olgunlaşır.

Fotoğraf sizin izinizdir ve sizi yapan herşey bu izin parçalarıdır. Fotoğrafçının görüntüye aktardığı ise bu izden parçalardır. Fotoğrafçılar olarak bu izin peşinden giderek - kimi yakınlaşıp kimi uzak kalarak, kimi aylarca çekim yapmadan ya da bir gün bile çekim yapmadan duramadan - yaptığımız ‘özel’ yolculuklarla kendimize ait fotoğrafı bulma şansını yaratırız/arttırırız.

Fotoğrafçının en önemli silahı merkatır. Eğer merak duygu varsa mutlaka bir yolu bulunarak, üzerine gidilmelidir. Çünkü, eğer merak yoksa fotoğraf da yoktur.

Şansını zorlamak pahasına, eğer “o” görüntüyse yakalanacak, peşinden gidilesidir.

Çünkü fotoğraf ısrar ve sabırla ve vazgeçmemekle hatta belki çekilen son karede ama gelir.

[Fotoğrafçı şansını kendi yaratır.]

Her fotoğrafçı bu şansı yarattığı ölçüde gidebilir kendi fotoğrafının peşinden. Ve neredeyse tam pes edip vazgeçtiği noktada, o kapının aralığından gözüne dokunan bir kurgu “o” an, karar anı  o fotoğrafın geldiği an olabilir.

 

Bol şanslar...

 

Laleper Aytek

2012

 

[1] Özdemir Asaf’ı saygıyla anarak…