|

İnanmak

İnanmak;  çünkü fotoğraf da yaşadığımız hayata dair

Fotoğraf; hayattan, yaşa(yama)dıklarımızdan ve

bizleri yapan herşeyden ayrı olmadığında ve ancak o zaman var.

(Söyleyeceklerim ilk bakışta fotoğrafla ilgili değil gibi görünse de öncelikle hayatlarımıza bakmayı, sizlerle hayatın içinden buluşmayı istiyor. Fotoğraf da hiçbir zaman bu hayatın dışında  olmadığı ve olamayacağı için sözlerimi fotoğrafla buluşturarak okuyacağınıza inanıyorum. Geçtiğimiz günlerde karşılaştığım genç fotoğrafçıların benden isteği, fotoğrafa yeni başlayanları bilgilendirecek ve yüreklendirecek yazıların da yazılmasıydı. Böyle yazıların gerekliliğine ben de inanıyorum ama emin olun, bu ve böyle yazılanların hiçbiri fotoğrafın dışında(n) sözler değil çünkü fotoğraf da yaşadığımız hayata dair.)

İnanmak için önce kendini, sonra da başkalarını görmek gerekir. Yüzleşmek ve suskunluğunu bozmak, korkulardan sıyrılmak ve insanların gözlerinin ta içine bakmak.  Çünkü yara almadan aynadan geçmek zordur, geçilemez hatta. Ama galiba  “en önemlisi” Murathan Mungan’ın da söylediği gibi;  “insanın ‘kendine’ yerleşmesidir. Yaptıklarınıza inanıyorsanız, geçtiğiniz yollara, bıraktığınız izlere, deneyimlerinizin başka insanların yaşamlarındaki yankısına sahiden inanıyorsanız, zaten bir ölçüde kendiliğinden gelip içinize yerleşecek bir duygudan söz ediyorum.”

İşte fotoğraf, o duygudur, o duyguda(n)dır. Ve hepimiz aslında o duygu(lar)dan yaşamayı erteleriz. O duygulardan korkmadan bakmaya başladığımızda yolun yarısı geçilmiştir artık.

O duygu(lar) olmadığında görüntü de yoktur, yazı da, söz de, şarkı da ve aslında kendimiz de... 

Bir ertelemede dururuz çoğu kez. Ağırdır duyguların yükü, sahiciliği ve yorucudur çünkü, iz bırakır ve hayattaki tüm izlerin belki de en derinlerinden biridir. Ama bir kere duygularınızdan ve duygularınızla yaşamaya başladığınızda hayatı, bu duyguların gördüklerinize ve göstereceklerinize yansıması, orada fotoğraflarınızda bir karşılık bulması kaçınılmazdır. Duyguların ertelenmesi ise herkes için  hayatın ertelenmesiyken, bir fotoğrafçı için bir de, fotoğrafsızlıktır.

Murathan Mungan ömrün dönemeçlerinde orta yaş ile başlayan süreci balkona çıkmaya benzetiyor. Hayata biraz daha yukardan, biraz uzaktan bakmaya, kişileri, şeyleri, olayları daha genel, topluca görmeye benzetiyor ve bunu “bir bakış derinliği ve serinliği” olarak ifade ettikten sonra şöyle devam ediyor: “Bu asla yaşamdan çekilme, vazgeçme ya da yerini gençlere bırakma gibi bir önermeyi açık ya da gizli olarak içeren bir anlayış değil. Bir olgunluk, bir duruş belirtisi. Aynı zamanda bir doygunluk, alınan dönemeçleri, geçilen yolları insanın kendi hayatına bir yerlere yerleştirme hali.”

Bir İsveçli mahkumun kendisine yöneltilen “nasılsın?” sorusuna verdiği; “piramidimi keskinleştiriyorum” cevabı da bir tür balkona çıkıştır.  Derin bir nefes almak için çıkılan onca yoldan, içinden (yaralanarak da olsa) geçilen onca aynadan sonra, dünyaya fazlalıklarından arınmış bir halde (eteğindeki taşların çoğunu dökmüş olarak), daha sade, daha ‘kendin’ olarak bakabildiğin noktadır.

İyi bir fotoğrafçı olmak için de, zamanı biraz fotoğrafta ve fotoğrafla eskitmek, piramidin tepesine doğru yol alıyor olmak; şeylere, olaylara, insanlara ve kendine bir tür balkondan bakmak gereklidir. Ve fotoğraflarını daha kendinle, kendinde olanla çekmeye. Ece Temelkuran gibi; “söylemiştim oysa; ben gürültüde kalıcı değilim” diyebilmek ve “dar odaların oyuncak yaygaralarında çok vakit kaybettikten” sonra kendine ait tüm suretlerinle bir bir yüzleş(ebil)mek ve bakabilmek onlara korkusuzca.

İnanmak için önce böyle bir karşılaşma gerekir.

Cesaret isteyen bir iştir ve aynalar yalan söylemezler.

Kendinde olanı ya da olmayanı tüm çırılçıplaklığıyla gösterir.

Bakması kolay değildir, inanması ve yola çıkması...

Ama inanmadığında  ne sevebilirsin,

ne yazabilirsin,

    ne şarkıların olur,

       ne de fotoğrafların.

Yaptıkların sahici olmaz, eğreti durur,

sanki senin değil, sana ait değil ama başkasınınmış gibidir.

Ya çektiğin fotoğrafa,

ya yazdığın yazıya,

ya sevdiğin  insana ama

mutlaka bir yerlere vurur/siner bu sensizlik hali,

bu kendileşememenin biriktirdikleri,

bu başkası olmak...

Ve bu uzaklık...

 

Çek(e)mediğin “o” fotoğraf görüntüsüzdür,

söyle(ye)mediğin “o” şarkının sözü yoktur, yazılamamıştır.

                                                                      akıllarda tutulamaz ve içine yer etmez bir türlü.

 

Bazen kırmak gerekir aynaları ve içinden geçmek için kanatmak oranı buranı, içini, duyguları, sesleri; çünkü kolay değildir kendine bakmak, yıkmak öncesini, bugünü ve içindeki seni ortaya çıkarmak. Duygularındır seni büyüten, ifade edildiklerinde, ertelenmediklerinde, kimsesiz bırakılmadıklarında ve saklanmadıklarında – ve bir kış sabahı erkenden kapının önünde seni karşılayan hercai menekşelere bakıp aldığın derin bir nefestedir.

 

Aynalardan baktığındır,

sokaklarda yürüdüğün,

ve

çektiğin artık “o” fotoğraftır

izleri derin, izleri senin olan,

belki de senden bir ilk görüntüdür sonraya kalan....

 

Laleper Aytek

2003