|

Körleşme

Görüntüler bir sır olarak kalabilmeli. Suskunluklarında nefes almalı ve aldırabilmeli. Bütünüyle ve ilk bakışta belli olmamalı yüzü ve rengi çekilen fotoğrafların ya da tek bir karşılığa, tanıma ve açıklamaya sıkıştırılmamalı. Sonraya kalabilmek için bütün bütün çırılçıplak olmamalı, kendine ait bir gizliliği olabilmeli; sözlerin de görüntülerin de...

Bilindiklerinde yahut başka türlü okunamadıklarında (zaman boyunca) sessizleşen ve kaybolan türden olmamalı görüntüler.

Kızdırmalı, isyan ettirmeli, “bu da olur mu?” dedirtmeli ve izleyenin kendini yerine koyamayacağı kadar başka, tek ve bıraktığı ya da canlandırdığı duygu olarak da kendine doğru çeken olabilmeli.

Uzun bir suskunluğun ve bakmanın ardından, ya da, bir anda ama, seni içine alabilmeli ve sonrasında bilinmeyen bir yolculuğa taşıyabilmeli.

Heyecanlandırmalı ve dikkatini uzunca bir süre bir başka görüntüye verememeli izleyici. Yorucu olmalı, biraz da tarifsiz ama yakın ve kesinlikle dışardan değil. Bir görüntü sonraya, ancak hemen cevaplanamayan sorulara, anlaşılmaz tedirginliklere vesile olduğunda, kalır. Kendi başına çekip gidebildiği, izleyeni de peşinden sürükleyebildiği kadar ve fotoğrafçının ya da izleyicinin ancak kendine ve hayata bakışıyla özgürleştirebildiği kadar zamana kalandır fotoğraf...

Çünkü görüntü bekler. Bir buluşma(yı) arar, sorar ve zamanını kollar.

Bir görüntüyle karşılaşmanın ve onun da ötesinde buluşmanın doğru zamanı fotoğrafçı için de, izleyici için de önemlidir, ayrıdır. Zamansız (yanlış zaman, kişi ve yer) karşılaşmalar, doğru buluşmalara yol açmazlar. Uzaklık yaratırlar; daha doğrusu bir yabancılaşma ve ardından da vazgeçip dikkatsizleşerek başka görüntülere yönelmeyi getirebilirler beraberlerinde...

Her görüntünün bir (çekim) zamanı vardır. Ancak önemli olan, o görüntünün kendi iç dünyasına ve zamanına, yaşayan ruhuna ne kadar dokunulabildiği, perdenin ne kadar aralanabildiği, paylaşılabildiği ve fotoğraf(çın)ın ruhuna ne kadar  yakınlaşılabildiği, ulaşılabildiğidir.

Bu gerçek bir buluşma noktasıdır. İnsanı hayrete düşüren, derin bir nefes alıp bir daha, bir daha baktıran ve görüntüye giderek daha fazla yakınlaştıran, bağlayan bir karşılaşmadır. Bu büyülü an başkalaştırıcı olabilir. Fotoğrafçının hiç beklemediği bir anda karşılaştığı bir görüntüye ilk baktığında nasıl eli ayağına dolaşır, nasıl ne yapacağını bilemez, neredeyse kalbi sıkışır, adımları (hedefe doğru) hızlanır, kelimeler susar ve bir tek duygularla başbaşa kalınırsa, izleyici için de o görüntüye yakalanmanın, maruz kalmanın duygusu ve karşılığı, fotoğrafçınınki gibi (‘kadar’ olmasa da yakın ve ayrı) olduğunda çeken-çekilen-izleyen üçgeni kendini tamamlamış, buluşma gerçekleşmiş olur. İşte gerçek çoğalma bence (ancak) böyle başlar.

Bir fotoğraf ilk karşılaşıldığında izleyici tarafından: “bak burası ..... yıl önce geldiğimiz yer değil mi, nasıl değişmiş...” ilk cümlesiyle ifade edildiğinde, o görüntünün bir tek hatıra canlandırıcılığından söz edilebilir. Fotoğraf, geçmişte ya da bugün pek çok kişi tarafından farklı zamanlarda görülmüş bir yere, yaşan(ı)lmış bir olaya dair görsel tanıklığın bir belgesi olarak, hatıracı-hatırlatıcı rolündedir. Bu görülme, bakan-bakılan-izleyen üçlüsünü dairesel olmayan düz bir hatta yerleştirir. Bu, bir tek o anın paylaşılması ya da o mekâna dair hatıraların tazelenmesiyle sınırlı bir zamanla karşılaşmaktır. Örgü örümcek ağı gibi olduğunda içeriden dışarıya büyüyen bir çember sözkonusu olduğunda karşılaşma(lar) heyecanlıdır, merak uyandırır, sorular içerir, yani çoğaltıcıdır. Kısaca o fotoğrafın “kendine ait hayatına” girilemeden (ya hiç öyle bir hayatı, geçmişi olmadığı ya da her gün görmeye çok alıştığımız görüntülerden biri olarak değmeden geçip gittiği için) çıkılmış, yakınlaşılamadan uzaklaşılmıştır. Böyle görüntüler fazlasıyla durağan ve yorucudur. Birbirinden farklı çağrışımlara ortak edemez izleyicileri. Tek bakışlıktır. Sonrasızlığa mahkumdur ve ne yazık ki sergi salonunda asılı olduğu duvarda bir an bakılıp geçilen, belleklerde ve kalplerde herhangi bir iz bırakmayan, kendini var etmemiş bir görüntüdür. Her gün, her an ve her yerde karşımıza çıkan onlarca, yüzlerce olağan görüntüden biri olarak sıradanlaştırır ve derinliksizleştirir içlerimizi, bakışlarımızı ve tabii fotoğrafı da...

Böyle algılanan, böyle yaklaşılan ve çekilen fotoğraflar ve fotoğrafçılar için tehlike çanları ciddi olarak çalmaya başlamıştır. Çoğalmaya başlayan bir tek-yüzlülük giderek duygulara, bakışlara nufüz etmeye başlar ve çekilen fotoğraflarda karşılığını bulur. Fotoğrafçı farkına bile varamadan kendinden uzaklaşmaya başlamıştır (eğer hiç yakınlaşmadıysa, bu daha da tehlikeli bir durumdur; çünkü fotoğrafçı giderek kendinin, ya da kendindekinin değil, ama başkalarının beğendiği, istediği, kabul gören, yüksek reyting! alacağını düşündüğü hatta emin olduğu fotoğrafları çekmeye yönelecektir).

Bunu galiba bir de fotoğraf yarışmaları ve/veya dergilerce düzenlenen ayın fotoğrafları seçkileri yapmaktadır. Seçilen ya da dereceye giren fotoğrafların “iyi fotoğraflar!!!” olduğundan hareketle, onlara benzer, kopya fotoğraflar üretmeye başladığında bir fotoğrafçı, artık öncelikle beğenilmek ya da kabul görmek adına, başkalarına göre fotoğraf çekmeye başlamıştır. Bu tabii ki her fotoğrafçı için geçerli değildir ancak giderek artan sayıda sergiden, dia gösterisinden, fotoğraf yarışmasından ve ayın fotoğrafları seçkilerinden izlediklerimizin bizi hiç sarmayışına, tektipliğine, içlerimizi hiç de allak bullak etmeyişine bakacak olursak, kör bakışlar(c)a gasp ediliyor olduğumuzu kolayca söyleyebiliriz.

Bu fotoğrafsızlaş(tır)ma sürecine yaşadıkça alışabilir, hatta bu durumu fark etmeyebiliriz. Böylesi bir körleşme, kendimizde, içimizde olanları anlamaya, keşfetmeye ve açığa çıkarmaya doğru tembelleştirebilir ve “öteki”ni herşeyden önce kendi içimizde aramamız, bu soruşturmayı dışardan önce içerde ve derinlemesine yapmamız gerektiği gerçeğinden uzaklaştırabilir bizleri. Çünkü fotoğraf ancak böylesi bir derinleşmenin sonucunda fotoğrafçıyı bulur ve ardından izleyiciye de farklı/değişik/ şimdiye kadar öyle görmediği başka dünyaların kapılarını aralayabilir.

 

Laleper Aytek

2003