|

Fotoğrafta ıssız kelimenin sözlük anlamları olan ‘tenha, boş, terkedilmiş, yalnız, kimse bulunmayan’ın ötesinde, Walter Benjamin’in ifadesiyle, “yeni kiracısını bekleyen bir daire”  gibidir.

Karşılaşılan görüntüye bir anlığına yabancılaşmak ya da tedirgin olmak hayırlıdır; hayranlık yaratır (fotoğrafı ya da fotoğraftaki duyguyu tam olarak, net olarak tarif edememenin şaşkınlığıdır bu), ilk bakışta uzak gibi dursa da ısrarlı bir izleme sonrasında izleyenle görüntü arasında sözsüz-bilinçsiz bir (ilk) bağ kurulur. Ve görüntü izleyiciyi de tıpkı fotoğrafçıya yaptığı gibi kendine bağlar.

Yakınlaştıran işte esas olarak budur.

Kıyılardaki boşluklar içlerinde barındırdıkları terk edilmişlikle insanı bir yandan dünyanın bilinmeyen bir ucuna savururken bir yandan da  aynı boşluğun içine çekme ihtimalinin cazibesini de taşımaz mı?

...ki gitmektir bu.

Giderken görüntüleri tanımlayacak (ve tamamlayacağı düşünülen) yer, zaman, isim vb. bilgileri fotoğraflara eklemekten özellikle kaçındım. Çünkü açıklayıcı ifadelerin ya da görüntüye dair ufak notların izleyiciyi görüntüden o ya da başka zamanda ama o mekanda yaşanmış başka an(ı)lara yönlendirme ihtimalini fotoğraf(ta) olandan uzaklaştırıcı ve tehlikeli buldum. Ve eğer bir fotoğraf bir konuyu sadece belgelemek amacıyla çekilmediyse (ki bütün fotoğraflar birer belgedir de...), fotoğrafların isimlendirilerek fotoğrafçısı tarafından önceden anlatılmasının fotoğrafı eksilttiğine inandım hep. İzleyiciyi “kendine ait” dünyasında özgür bırakmak arzusuyla tek bir sözcükle bile olsa tanımlamak ya da yönlendirmek istemedim.

Belki de aynı görüntünün her izleyicide farklı bir tenhalaşmaya/azalmaya sebep olup olamayacağını ve eğer dokunabilirse bu fotoğrafların izleyicileri kendi “ıssız”larıyla buluşturup buluşturamayacağını görmek için.

Bir de içimdeki ıssızlığa bakıp yıllardır yara almadan geçmeyi başaramadığım aynalara ilk ya da belki de son defa sormak istedim.

Neredesin?

Peki, ben?

 

Laleper Aytek

Haziran 2012 

 

Voids in photography convey much more than their dictionary meanings of “empty space” and “vacuum” and are fraught with implications that go beyond “deserted”, “vacant”, “abandoned”, “lonely”, and “unoccupied”:-they are, in the words of Walter Benjamin also “like a lodging that has not yet found a new tenant”.

 There is benefit to be had in the momentary alienation or disquiet that we feel upon encountering an image. A sense of wonder is created (which is actually our bewilderment at being unable to explicitly identify a photograph or the emotion contained in it); but while there may be an initial feeling of inaccessibility, persistent viewing is rewarded by the formation of (the first of) our nonverbal/unconscious associations with that which we can see.

 And that, in essence, is the fascination.

 While the intrinsic desertedness of empty spaces along a shore drives us to some unknown end of the world, are not such emptiness’s also made enticing by the possibility of our being drawn into them?

 And that means going there…

 And on my way I especially avoid adding to my photographs any information as to “place”, “time”, “name” and so on that might (even if only conceivably) help identify an image. That is because I consider explanations or even minor remarks about an image to be dangerously at risk of distancing a viewer from the image or that they might steer the viewer towards other moments/memories, which may have, been experienced in the same place then or at some other time. Except in cases where a photograph has been taken solely for the purpose of documenting something (and of course every photograph is in itself a document), I have always believed that giving photographs names diminishes the meanings, which the photographer intended to impart by them. Out of my own desire to leave viewers free to be in “worlds of their own”, I am unwilling to define my photographs or to influence the viewer even by so much as a single word.

 Perhaps also it is to see whether or not a single image is capable of inspiring different senses of desertion/depletion in each viewer and, if they touch viewers, whether or not the images are capable of bringing them into confrontation with their own “voids”.

 And perhaps too I wished to ask-for the first and maybe the last time-those mirrors, which, over the years, I have never been able to pass by without being wounded as I gaze into their voids:

 Where are you?

 And where am I?

 

Laleper Aytek

June 2012